ALLAHU AKBAR..

FROM MY HEART ALLAHIM.... THIS IS TO YOU ONLY TO YOU... ONLY YOU KNOW ME, ALLAHIM...ONLY YOU CAN TO HELP ME..ONLY YOU CAN TO MAKE WHAT I NEED,
TO MODIFY WHAT TO NEED... TO BE BETTER WHAT NEED... ONLY YOU CAN TO FORGIVE ME... AND TO MAKE THOSE HEART, WITHOUT LOVE TO WORK FOR THE TRUTH LOVE... AND UNDERSTAND WHAT IS THE TRUE LOVE... MY ALLAHIM.. FORGIVE ME...
I , YET, AM TO LEARNING... TO BE, GOOD MUSLIM, MY ALLAH....









NÃO USE DE ENGANAÇÃO, NÃO USE AS PESSOAS, NÃO SE PONHA ENTRE CASAIS, NÃO SEPARE FAMILIAS, NÃO FALE DA VIDA ALHEIA.
TENTE SER MELHOR A CADA DIA. TEMA ALLAH CC COM FEVOR.
TODOS NÓS SABEMOS QUE COLHEREMOS O QUE SEMEAMOS.
CUIDE DE SUA VIDA. NÃO CUIDE DA VIDA ALHEIA.
SE NÃO PUDER AJUDAR, NÃO ATRAPALHE. NÃO SE PONHA NO CAMINHO.
ALLAH CC NOS DEU UMA UNICA VIDA, CABE-A NÓS CUIDAR DELA !














Tuesday, April 3, 2012

muhsin yazıcıoğlu anısına 9

Gavs-ı Sani, Seyyid Abdulbaki Hz. ( k.s.) - Menzile Güller yağıyor..

Gavs-ı Sâni

ISTE TÜM SOFILERIN ARADIGI O SOHBETLERDEN BIRI



bismillaharrahmanarrahim

RÂBITA (MUHABBET)

Peygamber efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem: “Kişi sevdiği ile beraberdir.” [1] buyurmuştur.
Rabteden, bağlayan, yakınlık, sevgi ve muhabbet gibi manalara gelir. Tasavvufta râbıta sâlikin daima huzur-ı ilâhî de bulun­duğunu yakinen bilmesi ve Allah’ı görür gibi ibadet etmesidir. Hidâ­yet-i ha­kîkîye nail olmak; ancak bu duygu ve şuur ile mümkündür.
Mürid, bu irtibat sayesinde her tavır ve hareketinde kendisini şeyhine benzetmeye çalışır ve yukarıda işaret ettiğimiz “Muhabbet râbıtası” sonucunda seven, giderek sevilenin sıfatlarına bürünür.
Nitekim İmâm-ı Rabbânî’nin beyanı vechile; manevî yolda iler­lemek, kendisine uyulan şeyhe, yapılan muhabbet râbıtasına bağ­lıdır.
Bir mürid, şeyhine karşı olan muhabbeti vasıtasıyla an be an onun boyasıyla boyanır ve in’ikas yoluyla nurlanır. Bu muhabbet ve nur­lanma kâmil mânâda olursa bu hâle fenâ fişşeyh denir. Şeyhin, mü­ridi yetiştirdiğini, müridin de kendi istifadesini bilmesi şart değildir. Ni­tekim güneşin harâretiyle yavaş yavaş yetişen ve günlerin geçme­siyle olgunlaşan nebâtat yetiştiğini bilmediği gibi, onların kemale erme­sine sebep olan güneşinde bunu idrak etmesi gerekli değildir.
Evliyâullah hazerâtı aşk ve muhabbeti şöyle teşbîh etmişlerdir: “El hubbu belâ ve’l aşkı semmül katl”
Allah ve Rasûlüne muhabbet belâ kadar zordur. Onlara âşık ol­mak ise öldürücü zehirdir.
Cenâb-ı Hakk Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyuruyor:
يَا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِقِينَ
 “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla hemcelis olun”

[2]

Bu âyet-i kerîmede müminlere hitap edildiği açıktır. Bu göster­mektedir ki “sıdk” sıfatı, imandan daha husûsî bir manaya sahiptir. Yani sıdk mertebesinde bulunan herkes mümindir, ancak her mümin sıdk mertebesinde değildir.
Bu âyette emir buyurulan “beraberlik” iki şekilde olur:
Cismânî beraberlik: Sâdıkların meclisine bizzat devam ederek, onlardan ilim, fazilet ve feyz almakla olur.
Ashâb-ı kirâm Rasûlullah’ın etrafında pervane olup, sürekli onunla birlikte bulunmaya âzamî gayret ederlerdi.
Uzak beldelerde bulunanlar da fırsat buldukça, yol emniyetini temin ettikçe, her taraftan alemlerin efendisini ziyarete gelirlerdi.
Hz. Ömer (r.a) efendimiz, Medine dışında otururken komşusu ile birer gün nöbetleşerek Allah Rasûlünun yanına gelir, huzûr-ı Rasûlullahta sohbete müdavim olur ve o günkü sohbeti, ahvâli ve hâdiseleri arkadaşına aktarırdı.
Rasûlullahla cismen beraber olmak ashâb-ı kirâmı manen suratli bir şekilde kemâle erdirmiş; cismanî birliktelik yanında Risâlet-penahın halaka-ı tedrîsatında, kalpten kalbe aynel-yakîn ilham olarak ve in’ikas tarikıyla hâl ve nûr mün’akis olmuştur. Bu halde zâhiren ve bâtınen kemâlâta ermişler­dir. Bunun içindir ki, diğer in­sanlar ashâb-ı kirâmın derecesine ula­şamazlar.
Ruhanî beraberlik: Eğer kişi, sâdıklardan cismânî olarak ayrı bu­lunuyorsa ne yapacaktır? İşte bu durumda da onların gidişatlarına uyacak, yaptıklarını yapıp, yapmadıklarını terk edecek; onların hâl, tavır ve sözlerini onların gıyabında hayalinde canlandıracak ve onla­rın hâli ile hâllenecektir.
Ehlullahın meclisinde bizzat bulunmak, kişiye fayda sağladığı gibi, gıyaben şahıslarını ve hallerini düşünmek de fayda verir. Çünkü bir kişi hayalinde, dimağında ve kalbinde neyi tasavvur ederse, fiille­rinde de o tezâhür eder (açığa çıkar) ki, râbıta (muhabbet) de bundan ibarettir.
Nakşibendî meşâyihinden Hâce Muhammed Masum hazretleri köklü bir muhabbete vesile olan râbıtayı özellikle tavsiye etmişlerdir. Zira hakiki sevgi olunca müminin kalbinde bilâ icbar velâ ihtiyar zikrullah vücuda gelir, kalp selâmet bulur, huzur-ı daimîye mazhar olur.
Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:


رِجَالٌ لَاتُلْه۪يهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَاِقَامِ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَاءِ الزَّكٰوةِ يَخَافُونَ يَوْمًا تَتَقَلَّبُ ف۪يهِ الْقُلُوبُ وَالْاَبْصَارُ
“Onlar, ne ticaret ne de alış-verişin kendilerini Allah’ı anmaktan, na­maz kılmaktan ve zeât vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalple­rin ve gözlerin dehşete düştüğü bir günden korkarlar.”

[3]

Rabbimiz cümlemizi kendisini çok zikreden kulları zümresine dahil etsin ve kalbimizi iman hakîkatlariyle ve yakîn nurlarıyla tenvîr et­sin. Âmin
Râbıtanın delili Kitap, Sünnet ve imamlarımızın kavilleriyle sabit­tir.
Cenâb-ı Hakk şöyle buyurmuştur:
يَااَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ وَجَاهِدُوا ف۪ى سَب۪يلِه۪ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun. O’na yaklaşmaya vesile arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.”

[4]

Burada âyetin mefhumu umûmî ise de emredilen şey vesile ara­mak olunca, muhabbet kulu Allah (c.c)’na vâsıl edecek şeylerin en efdali haline gelir.
Çünkü Cenâb-ı Hakk Peygamberimiz sallallâhu aleyhi vesellem ve diğer nebîler hakkında:


قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ى يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْذُنُوبَكُمْ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

“(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esir­geyicidir.” buyurmuştur. [5]
Burada râbıtanın zaruretine işaret vardır. Çünkü tâbi olmak için tâbi olunanı gözle veya hayalen görmek lazımdır. Tâbi olanla olunan ruhen beraber olmayınca ittibâ (tâbi olmak) nasıl gerçekleşecektir. Bi­zim râbıtadan maksadımız muhabbettir. Bu olmazsa ittibâ sayılmaz.
Şeyh Abdulganî Nablusî Risâle-i Tâciyye’ye yazdığı şerhinde der ki: “Eğer râbıta, âdâbına riâyet edilerek yapılırsa maksat tamamen hâsıl olur. Çünkü şeyh-i kâmil müridin Allah (c.c)’na açılan kapısı ve onun vuslat sebebidir.
Cenâb-ı Hakk Kur’an-ı Kerîm’de:


يَا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِق۪ينَ
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.” bu­yurmaktadır. [6]
Bahru’l-Hakâik tefsirine göre sâdıklardan murad mürşidlerdir. Çünkü ezelde verilen söze en fazla onlar sadakat göstermişlerdir. Onlarla her zaman beraber olmanın yolu râbıtadır, yani muhabbettir.
Fenâfillâhın başlangıcı bulunan fenâfişşeyh mertebesine vasıl ol­manın en yakın yolu muhabbettir. Sâdâtımızın büyüklerinden olan Hâce Ubeydullah Ahrar (k.s) buyurmuşlardır ki: “Sâdıklarla beraber olmak âyet-i kerîmede emredilendir. Allahu Teâlâ bu kelâmında zâ­hiren ve bâtınen sâdıklarla beraber olmayı emir buyurmuştur. Mânen beraber olmanın yolu muhabbettir, bu da ehlince malumdur. Reşâhât kitabında bu husus açıkca anlatılmıştır. Bu konularla uğraşan bilsin ki evliyaullahın sözlerinde râbıtanın ne olduğu ve onun bütün gü­zellikleri vuzûha kavuşmuştur. Onların kıymetli kelamlarını takip edenlere bu gerçekler gizli değildir. Kokularını bir kere alanın onları bırakması mümkün değildir. Bu mevzuda mutasavvufların delille­rine itimad etmeyen bir kimse bu ümmetin fakihlerinin sözlerine itimad et­melidir. Bu bir kimse bilmeli ki hangisini tercih ederse etsin dört mezhebin de imamlarının aralarında yer aldığı müctehidler râ­bıta ve muhabbetin asıl ve esasının Kitab ve Sünnetle sabit olduğunu söylemişlerdir. Kalbinde bir hastalık bulunmayanla­rın kaynaklara müracat edebilmeleri için bu imamların kavillerinin yerlerini göstere­rek naklediyoruz. Gerçekleri anlamaya muvafık kı­lan ancak Allah’tır. En doğru yolu gösteren de O’dur.
Yine Cenâb-ı Hakk şöyle buyurdu:
وَمَنْ يَعْشُ عَنْ ذِكْرِ الرَّحْمٰنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا فَهُوَ لَهُ قَرٖ۪ينٌ` وَاِنَّهُمْ لَيَصُدُّونَهُمْ عَنِ السَّبٖ۪يلِ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ
“Kim Rahmân’ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şey­tanı ona musallat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan alı­ko­yarlar da onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.”

[7]

Cumhur-ı müfessirîn beyânına göre Yusuf sûresinde ki: “Eğer Rabbinin bürhanını görmeseydi”[8] âyetinin tefsirinde rûhâniyeti cismaniyetine galip olan peygamberler ve veliler gibi zatların tasar­ruf ve imdât edebilecekleri hakîkatini açıkça beyan etmişlerdir. On­lardan Keşşaf tefsiri sahibi âyetteki bûrhan kelimesini şöyle tefsir et­miştir: “Yusuf (a.s) Züleyhâ ile imtihan olunduğu zaman “o kadın­dan sakın” sözünü işitmişti. Bir anda kendini toparladı, bir de baktı ki karşısında Yakub (a.s)’ı gördü parmaklarını ısırıyordu. Bir rivâyete göre Yakub (a.s) eliyle Yusuf (a.s)’ın göğsüne vurdu.” [9]
Hanefî imamlarından İmâm Ekmelüddin “Şerhu’l Meşârık” adlı eserinde Buhârî ve Müslim’in rivâyet ettikleri “Beni rüyada gören kimse uyanıkken de görecektir. (veya beni uyanık halde görmüş gi­bidir) zira şeytan benim sûretime giremez”[10] hadisinin şerhi de şöyle: “Rasûlullah’ı gören uyku ve uyanıklık halinde O’nunla bera­ber ol­duğu için görür. Görenle O’nun arasında bir beraberlik hâsıl olmuş­tur.
Beş asıl vardır ki umumiyetle iştirak mahalli olur. Zat, sıfat, fiil, makam, hâl. Hangi iki şey veya iki kimse arasında ne tür bir müna­sebet olursa olsun muhakkak bu, sözü edilen beş asıldan birine girer. Münasebetin kuvvetine ve zayıflığına göre bu mertebelerden birinde tecelli eder. Münasebet az da olur, çok da olur; muhabbetin kuvvet derecesine göre kuvvet bulur. Bir noktada o dereceye gelir ki iki şahıs sanki bir varlığın ayrılmaz iki parçası olur. Bir müridde muhabbet-i mâneviye galip olursa o daha evvelki evliyâullahın ruhlarıyla mânen irtibat kurabilir. El-Eşbâh kitabına hâşiye yazan El Hamevî hazretleri “Nefehâtü’l-Kurb ve’l-ittisal” kitabında özet olarak şöyle der: “Al­lah’ın velilerinin ruhaniyetleri cismaniyetlerine galip olduğu için de­ğişik sûretlerde görülebilirler.” Şu sahih hadis-i şerifin mefhumu bu manaya alınmıştır.
Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: "Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdular ki: "Müslüman olan bir kul, sahip olduğu her maldan Allah yolunda bir çiftini infak ederse, cennetin kapıcıları onu mutlaka karşılar ve her biri kendi beklediği kapıdan girmesi için dâ­vet eder.”

[11]

Hz. Ebû Bekir (r.a) sordu: “Ya Rasûlullah, bu kapıların hepsinden de girecek olan var mıdır? Rasûlullah buyurdu ki: “Senin onlardan olacağını ümit ediyorum ey Ebû Bekir”.

[12]

Râbıta, ancak velâyet kuvvetiyle tasarruf sahibi olan bir şeyh-i kâmile yapılırsa fayda verir. Çünkü şeyh-i kâmil Hakk Teâlâ’nın ay­nası olan insan-ı kâmildir. Hakk’a onun irşâd-ıyla vâsıl olunur. Kim onun rûhâniyetine basîret gözüyle bakarsa onun irşâd-ıyla hakîkata mazhar olur. Çünkü râbıta, feyz almak isteyeni feyze sebep olacak zâtın ru­hanî velâyetinin tasarrufu altına sokar. Burada tasarruf eden rûhâniyetdir. Feyz almak için râbıta eden, ilâhî kemâlattan rabbânî tecelli ile feyz alır, tefeyyüz edib kemâle erer.
Bu ilâhî düstûr, sevgi ve muhabbetle zuhur eder, mânevî te­rakkî ve teslimiyet ile husûle gelen merâtib-i ilâhîdir. Bu merâtibin evveli fenâ filihvan hâlidir. Hâliyle, kâliyle, özüyle ve sözüyle ihvan karde­şinde fanî olmalıdır. Sâniyen fenafişşeyh, yani şeyhde fânî olmaktır. Sâlisen fenafirrasûl Rasûlullah’da fanî olmaktır. Râbian fenafillah, Allah’ta fanî olmaktır. Ve sonra bekâ billah, yani Allah’ta bâki olma­lıdır ki o sâlikin kendinde matlup ve vuslat arzusu zuhur etsin.
Nebî sallallâhu aleyhi vesellem: “Her asırda ümmetimden sâbikûn bulunacaktır.”[13] buyurmuştur. Ve illâ teklifine mâ lâ yutak (ta­kat getirilemez) olacağı tabiîdir.
Cenâb-ı Hakk kâdir-i mutlak buyuruyor:
قَالَ مَا مَكَّنّى ف۪يهِ رَبّ۪ى خَيْرٌ فَاَع۪ينُون۪ى بِقُوَّةٍ اَجْعَلْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ رَدْمًا
“Dedi ki: “Rabbimin beni içinde bulundurduğu nimet ve kudret daha hayırlıdır. Siz bana kuvvetinizle destek olun da, sizinle onlar arasına aşıl­maz bir engel yapayım.”

[14]

Zülkarneyn hazretlerinin “Bana kuvvetle yardım ediniz.” âyet-i kerîmesiyle müsbet bulunan istiânesi makul görülüyor. Hâlik-ı Azîm’e secde niyetiyle Beytullahın duvarlarına karşı yere kapan­maya itiraz olunmuyor; esbâba tevessül kabul olunuyor. Erzâk-ı cismâniyelerini ağniyadan teseül eden fukaraya şirk etti denilmiyor.
Bunlardan daha ziyâde mühim olan erzâk-ı rûhâniye ve füyûzâtı ilâhiyeyi tevessül için enbiyâ ve evliyânın vasıta ittihaz olunması ne­den caiz görülmesin?
Enbiyâ, evliyâ ve ulemâyı tevessül (vesile ittihaz etmek) nâss-ı ilâhî ile sabittir.
Cenâb-ı Hakk kâdir-i mutlak Mâide sûresinde:
يَااَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ وَجَاهِدُوا ف۪ى سَب۪يلِه۪ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun. O’na yaklaşmaya yol arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” [15] buyuruyor.
İsmail Hakkı Bursevî “Sâdıklarla beraber olunuz!” âyetinin tefsi­rinde şöyle buyurmuştur: “Bu âyet-i kerîmede bahsi geçen sâdıklar­dan murad, kâmil mürşidlerdir”.
Bir sâlik onların himayelerinde ciddiyetle hizmet eder ve mu­hab­betiyle nazarlarına kabul olunursa, onların feyz ve bereketiyle masivayı terk etmeye, Allah yolunda istikamet üzere bulunmaya ra­hatlıkla muvaffak olur ve huzur-ı Hakk’a kavuşur.
Hz. İbrahim (a.s)’ın muhabbet hakkında verdiği cevap ne kadar ibret-âmizdir :
“Muhabbetten sual oldu Halîl’e
Mine’l kalbi ilel kalbi sebîle” buyurdu.
Müfessir Âlûsî ise, yukarıdaki âyetin tefsirinde; “Sâdık ve salihlere karışınız (onlarla içiçe olunuz) ki; onlar gibi olasınız, feyz-i felâh bulup feyz-yâb olasınız. Çünkü herkes yakın olduğu kimseye tâbi olur buyurmuştur.
Bu âyet-i kerîmeyi râbıtaya delil olarak ilk defa Pîrimiz Ubeydullah Ahrâr zikretmiştir.
Diğer bir âyet-i celîlede de Mevlâ Teâlâ:
فَادْخُل۪ى ف۪ى عِبَاد۪ى ` وَادْخُل۪ى جَنَّت۪ى
“(Seçkin) kullarım arasına katıl, ve cennetime gir!” [16]  buyuruyor.
Bu âyet-i celîlenin açık beyanından da anlaşılacağı üzere dün­yada, Allahu Teâlâ’ya hakiki kul olmaya çalışan ihlâslı kulların ara­sına girmek, ahirette cennetlere girmeye sebep ve vesîledir.
Tabiî ki, dünyada devamlı o dostlar arasında bedenen bulunmak mümkün olmasa da, râbıtadan ibaret olan manevî beraberlik, ehli için müyesserdir.
Cenâb-ı Hakk âyet-i celîlede şöyle buyuruyor:
 

وَاَدْخِلْن۪ى بِرَحْمَتِكَ ف۪ى عِبَادِكَ الصَّالِح۪ينَ
“...Rahmetinle, beni iyi kulların arasına kat.”


Salih kullar zümresine girmek her iki cihanda da ruh maa’l-ceset saadettir, saadet-i rûhâniyedir, yani ruhun mutluluğudur. Onlarla be­raber cennet ve onun derecelerine kavuşmaktır. Saadet-i cismâniye de bedenin mutluluğudur.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem efendimiz buyurur ki:
“Bir kimse aşırı sevgiden dolayı Cenâb-ı Hakka kavuşmayı se­verse Cenâb-ı Hakk da onun likasını sever. Kim de Allah (c.c)’na ka­vuş­mayı kerih görürse Allah da o kula kavuşmayı kerih görür.

[18]

Amel-i salihin en güzeli ise, Allah dostlarıyla bedenen ve ruhen beraber olabilmektir ki, ruhânî beraberliğin tek yolu muhabbettir.
Bir mürid-i sâdık, sıdk ve ihlâs ile sohbet-i şeyhe müdâvim olursa biiznillâh-i teâlâ kalpten kalbe in’ikas tarikiyle hâl mun’akis olur.
Meşâyih indinde mürid üzerine taalluk eden âdâblardan bazıları şunlardır; Müridin şeyhine teslimiyeti, gassal elinde meyyit gibi ol­malı. “Ben ancak intisab ettiğim şeyhim vasıtasıyla matlubum olan Allah (c.c)’na vasıl olurum” diyerek aksâl gayesi olan arzusunun müntehâsına ulaşır.
İslâm öyle nurlu bir yoldur ki müridi gassal elindeki meyyit tes­limiyetiyle mürşide, mürşidi Kur’an ve Sünnete kâmil manada ittibâsıyla Rasûlullah’a, Rasûlullah’ı da zîr-i himâyesinde olan üm­metiyle Allah (c.c)’na râm eder.
Kulların nefsânî arzu ve cehâlet felâketinden kurtulmaları ve ilim ve marifetle kendilerini yetiştirebilmeleri için sadece kitap okumak kâfi değildir. Her halde bir âlim-i âmilin, bir mürebbî-i kâmilin halaka-i tedrîs ve terbiyesinde bulunmaları zarûreti açık bir hakîkattır.
Bir insan nefsini mezmum sıfatlardan ve şerre sürükleyici duygu ve temayüllerden temizleyip, mânevî nurlarla süslenme ve ilâhî te­cellîlerle hem-hâl olma şerefini sadece Allah’ı zikrederek elde edemiyeceğinden bu mevzuda da o kimsenin bir delil-i râha ve bir mürşid-i dil-âgâha rabt-ı kalp eylemesi gerekir.
Tarikatta ve mânevî terakkîde feyz almak isteyen bir sâlikin mür­şidinin râbıta ve teslimiyetine olan itimadı, ilim öğrenmek isteyen bir öğrencinin hocasının şifâhî (sözlü) ifadelerine olan bağlılığından üs­tün olmalıdır. Râbıta ve teslimiyet bu derecede olunca sâlikin kal­binde zikrullah-ı teâlâ bilâ-icbâr velâ ihtiyar husûle gelir. Hâlık ile mahluk arasında ülfet ve muhabbet zuhur eder.
Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:


صِبْغَةَ اللّٰهِ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ صِبْغَةً وَنَحْنُ لَهُ عَابِدُونَ
“Allah’ın boyasıyla boyandık. Allah’tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O’na kulluk ederiz (deyin).”

[19]

Peygamber efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem hazretlerinden feyz almak Cenâb-ı Hakk’tan feyz almaktır. “Allah’ın boyası ile bo­yanın” âyeti kerîmesine uyarak ahlâk-ı zemîmeden kurtulup Allah ve Rasûlü tarafından istenen ahlâka yani ahlâk-ı hamîdeye sahip olan fenâ-i tam ile fenâfirrasûl ve fenâ-i tam ile fenâ fillah ve bekâ-i tam ile bekâ-billah şerefine vasıl olan mürşid-i kâmile râbıta edilmesi aşağı­daki âyeti kerîmeyle müminlere emir ve ferman buyurulmuştur:


يَااَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ وَجَاهِدُوا ف۪ى سَب۪يلِه۪ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun. O’na yaklaşmaya yol arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” [20]
Kendisine râbıta olunacak mürşidin tavır ve ahlâkı Rasûlullahın ahlâkına tâbi olmadıkça râbıtadan beklenen feyzin zuhuru imkânsız­dır. Râbıta eden sâlikin ise, şeyhinin peygamber ahlâkı ile ahlâklan-dığını, şeriat, sünnet ve tarîkat ölçüleriyle tahkîk eylemesi de mürid üzerine vâcibtir. Yoksa râbıta eden de ettiren de perişan olur­lar.
Râbıta edilecek şeyh-i kâmilde bulunması gereken vasıflar vardır, bu vasıflar şunlardır:
1-Ehl-i mücâz
2-Ehl-i selâsil
3-Ehl-i ilim
4-Ehl-i hâl
5-Ehl-i istikâmet
6-Ehl-i infâk
7-Ehl-i safâ olmalıdır.
Bu vasıfları taşımayan kişi eğer şeyhlik iddiasında bulunuyorsa şeriat ıstılahına göre hem dâl hem de mudîldir. Tasavvuf ıstılâhında ise, böylelerine lakıyt denir.
İmâm-ı Rabbânî (k.s) buyurmuştur ki: “Tarîkatımız sahâbe-i ki­râm rıdvanullahi teâlâ aleyhim ecmâin hazerâtının tarîkidir. Bu tarîkde, şeyh-i kâmilde marifet nuru tahakkuk ederse ifâzada hayyen ve meyyiten musâvîdir. Muhabbet tarîkiyle muhakkak ondan istifâde edilir.
Rasûlullah efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem : “İşleriniz çık­maza girdiğinde ehl-i kubûrdan manen yardım isteyin.”[21] buyuruyor.
Himmete nail olmak için mutlaka kabirin yanına gitmek şart de­ğildir, zaten bu herkes için her zaman mümkün de değildir. Bu se­bepten dolayı bulunduğu yerden Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem’in Medine-i Münevvere’de bulunan ravza-i mutahharasına veya herhangi bir evliyaullahın kabrine, ruhaniyyetine teveccüh ve râbıta yapan kişi muhakkak onlardan istifade ederler. Râbıtadan maksat muhabbet ve sevgidir.
Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem bir hadiste: “Kişi ahirette sevdiği ile beraber haşr olunur.” [22] buyurur.




[1] Hadis Buhari, Müslim
[2] Tevbe Sûresi, Âyet 119
[3] Nûr Sûresi, Âyet 37
[4] Mâide Sûresi, Âyet 35
[5] Âl-i İmrân Sûresi, Âyet 31
[6] Tevbe Sûresi, Âyet 119
[7] Zuhruf Sûresi, Âyet 36-37
[8] Yusuf Sûresi, Âyet 24
[9] Keşşaf Tefsiri
[10] Hadis Buhari, Müslim
[11] Hadis Nesâî
[12] Kütüb-i Sitte
[13] Künzü’l- Hakâîk
[14] Kehf Sûresi, Âyet 95
[15] Mâide Sûresi, Âyet 35
[16] Fecr Sûresi, Âyet 29-30
[17] Neml Sûresi, Âyet 19
[18] Hadis-i Müslim
[19] Bakara Sûresi, Âyet 138
[20] Mâide Sûresi, Âyet 35
[21] Hadis Alûsî, Ruhul Meâni,Aclûni, Keşf-ül Hafa
[22] Hadis Buhârî

: ´´´´´´´´´´´´´´´´´´´´Gavs-ı Sani Seyyid Abdulbaki El-Huseyni Hz.

Gavs-ı Sani Seyyid Abdulbaki El-Huseyni Hz.

Gavs-i Sani Seyda Abdulbaki Hazretleri - ilahi / Siir

Gavs-ı Sani Seyyid Abdulbaki El-Huseyni Hz.

'A'oozu Billahi Minash-shaitanir Rajeem bismillaharrahmanarrahim

'A'oozu Billahi Minash-shaitanir Rajeem bismillaharrahmanarrahim

Ayat-ul-Kursî.]—
Allah! There is no deity except He, the Ever Living, the One Who sustains and protects all that exists. Neither slumber, nor sleep overtake Him. To Him belongs whatever is in the heavens and whatever is on earth.
Who is he that can intercede with Him except with His Permission?
He knows what happens to them (His creatures) in this world, and what will happen to them in the Hereafter .
And they will never compass anything of His Knowledge except that which He wills. His throne extends over the heavens and the earth, and He feels no fatigue in guarding and preserving them. And He is the Most High, the Most Great.


Allahu laa ilaha illa huwa, Al -Haiy ul-Qaiyum La ta'khudhuhu sinatu wa la nawm lahu ma fis -samawati wa ma fil-'ard Man dhal-ladhi yashfa'u 'indahu illa bi-idhnihi Ya'lamu ma bayna aydihim wa ma khalfahum wa la yuhituna bi shai'im min 'ilmihi illa bima sha'a Wasi'a kursiyuhus-samawati wal ard wa la ya'uduhu hifdhuhuma wa Hu wal 'Aliyul-Adheem

In the name of Allah, The Most Kind, The Most Merciful.


Quran 113:0
In the name of Allah, The Most Kind, The Most Merciful.
Say, “I seek refuge in (Allah) the Lord of the Daybreak.”
“From the evil (deeds) of that (creation) which He (Allah) created.”
“And from the evil (deeds of other people) when night time comes (and I am asleep unable to protect myself).”
“And from the evil (deeds) of those (people) who blow on knots (and call on Satin .Shaitan) to help them to cause harm)."
“And from the evil (deeds) of the jealous person when they become envious (and they try to cause harm).”


Quran 114:0
In the name of Allah, The Most Kind, The Most Merciful.
Say, “I seek refuge in (Allah) the Lord of (all) humans.”
“The king of (all) humans.”
“The Allah of (all) humans.”
“From the evil of the retreating whisperer (Satin.Shaitan) who whispers evil suggestions ,( but disappears when people remember Allah).”
‘Who whispers (evil suggestions) into the hearts of humans.”
“(Promoting evil) from among (both) the jinn and humans.”

Oh our Sir, do not condemn us, we are forgotten or we make a mistake! Oh our Sir, do not impose on us load, like which you imposed on our ancestors! Oh our Sir, do not overload us with what we cannot support! Tolerate us! Forgive us! Have compassion of us! You are our Protector! Grant to us the victory on the incredulous ones!


"Laa ilaaha ill-Allaah wahdahu laa shareeka lah, lahu'l-mulk wa lahu'l-hamd wa huwa 'ala kulli shay'in qadeer (There is no god except Allaah Alone with no partner or associate; His is the Sovereignty and His is the praise, and He is Able to do all things)"
Amin amin amin



O JARDIM - THE GARDEN



O JARDIM

Ao nascer, recebemos um jardim para cuidar, já com muitas sementes, que noscabe apenas regar, cuidando com carinho de cada canteiro.No canteiro do Amor, nascem os mais belos sentimentos, como a solidariedade,o afeto, a ternura e uma linda flor vermelha, chamada de solidariedade.No canteiro da esperança, nascem os sonhos, a perseverança, os desejos daalma, que bem regados, rendem muitos frutos, chamados de "realizações".No canteiro da alegria, flores lindas que sorriem para a vida, sãoconhecidas como "motivação", "boa vontade" e "persistência", sendofundamentais para a continuidade do nosso jardim.Mais ao fundo, um canteiro impressiona pela altura das flores, é o canteiroda fé, regado com orações e atitudes regeneradoras, sobem até o céu, emuitas das flores tocam os pés dos anjos, que tudo ouvem nas nossasplantações.Muitos cuidam do canteiro com trabalho incessante, vigiando os pensamentos,regando constantemente o amor, a alegria e a esperança, sempre com desejosincero de mudar para melhor.Assim, as flores crescem sempre fortes, lindas e mesmo diante dastempestades, próprias da vida, resistem ao tempo e as dificuldades,tornando-se cada vez mais belas.Outros, se perdem em lamentações, gastando o precioso tempo em divagações.Pensam nas plantas que poderiam ter e não tem, naquelas que já tiveram eperderam, nas belas plantas do vizinho, e vão se descuidando do jardim,deixando as ervas daninhas tomarem conta dos canteiros.Assim, plantas destruidoras como o ódio, a inveja, a calúnia, a preguiça, as paixões,
o desrespeito, entre outras pragas, vão tomando o lugar das flores, e vamos nos
tornando pessoas amargas, insensíveis, amarguradas, tristes e doentes.O jardim da vida são os seus pensamentos, o regador seus sentimentos e asemente, a fé.O jardineiro é você, a terra, a própria vida, a água é Allah (swt), fonte de toda avida, que está dentro de você, e em todos os lugares em forma de energia.Seja você, o próprio jardim de Deus, cuide dos seus canteiros, regue todosos dias com amor, esperança e fé.Eu acredito em você.
Cid Pimentel
F.M.J.

adaptado por Suleyman


The GARDEN
While being born, we receive the garden you it take care, already with much seeds, which noscabe it hardly will water, taking care affectionately of each flowerbed. In the flowerbed of the Love, the most beautiful feelings plows born, like the solidarity, the affection, the gentleness and the lovely red flower called of solidarity. In the flowerbed of the hope, there joy plows born the dreams, the perseverance, the wishes daalma, what watered well, bring many results called of " realizations in.No flowerbed of the, lovely flowers that smile will be the life, sãoconhecidas like "motivation", " good will " and "persistence", sendofundamentais will be the continuity of our garden. Live you it the bottom, the flowerbed impresses will be the height of the flowers, he is the canteiroda faith, watered with prayers and regenerative attitudes, they rise up you it the sky, emuitas of the flowers they touch the feet of the angels, who completely hear in the nossasplantações. Many people take care of the flowerbed with incessant work, watching the thoughts, always watering constantly the love, the joy and the hope, with desejosincero of changing will be better. Only, the flowers always grow strongly, lovely and even before dastempestades, own of the life, stand the test of team and the difficulties, becoming live and live beautiful.
Others, they plows lost in lamentations, spending the precious team in wanderings. They think about the plants that they might have and it is not, in that what they had already eperderam, in the beautiful plants of the neighbor, and they go if neglecting the garden, letting the weeds take care of the flowerbeds. Only, destructive plants like the hatred, the envy, the slander, the laziness, the passions, the disrespect, between other nuisances, plow taking the place of the flowers, and we go in making bitter, insensible, embittered, sad and ill persons. The garden of the life they plows his thoughts, watering can his feelings and asemente, the faith. The gardener is you, the land, the life itself, the water is Allah (swt), fountain of every live, which is inside you, and at all the places in the form of energy. Be you, the God's garden itself, take care of his flowerbeds, water todosos days with love, hope and faith.
I BELIEVE IN YOU!!!

by: Dr . Cid Pimentel F.M.J. adapted by Suleyman